* Öncelikle sizi tanıyabilir miyiz?
Ben 2 Mart 1982 İstanbul Kartal’da doğdum. 6 kardeşin en büyüğüyüm. İlkokulu mahallemizde, ortaokulu Kocaeli, Gölcük’te yatılı olarak okudum. 2000 yılında Pendik İHL’den mezun oldum. 2009 yılında uzun bir eğitimin ardından Harran Üniversitesi İlahiyat Fakültesinden mezun oldum. Aslen Giresun ili Espiye ilçesi Avluca köyünden babam, annem ise Ericek köyünden. Yazları dedemin koyunlarına çobanlık yapmak için ilk okuldayken sık sık memlekete gelirdim. Yaylada geçen çocukluğum güzel anılarla doludur. İlahiyat fakültesindeyken yazılım öğrenmeye karar verdim ve web yazılımları konusunda kendimi geliştirdim. Uzun süre kitabevlerinde ve yayınevlerinde çalıştım. Kitap biriktirmeyi seven bir insanım. En son tüm biriktirdiğim kitapları Espiye İmam Hatip Lisesi kütüphanesine bağışladım. Çocukluğumdan beri pilot olmayı istediğim için bir yanım sürekli savunma ve havacılık ile ilgili olmuştur.
* O geceye gelelim… O gece darbe girişimini nasıl haber aldınız, ne yaptınız?
İşten eve geç geldiğimi hatırlıyorum ve yiyecek bir şeyler hazırlayıp bilgisayarın yanına koymuştum. Evde televizyon kullanmıyorum, bilgisayarım benim hem televizyonum hem internetim oluyor. O dönemde twitter’da bir hesabım vardı. Arada oradan stres attığım oluyordu. Fazla önemsemeden fazla da ayrım yapmadan kimi insanları takip ediyor ve gün geçiriyordum.
O gece ilk başta twitter’da köprüde tankların olduğunu ve köprünün tanklar tarafından kapatıldığını gördüm. Takip ettiğim hesaplar bunun ne olduğuna dair farklı görüşler belirtiyorlardı. Kimileri bunun köprüye yönelik bir terör saldırısına karşı alınmış bir önlem olabileceğini söylüyorlardı. Kimsenin aklından darbe ihtimali geçmiyordu. O sırada takip ettiğim hesaplardan birisi de Fatih Tezcan idi. Fatih Tezcan o dönemde henüz gazetecilik yapıyordu ve bunun bir darbe girişimi olduğunu söylüyordu. Ben de içimden kendisine inanmayan bir halde, Fatih Tezcan sonunda kafayı yedi falan gibi bir şey geçirdim. Sonra bir baktım o dönem hatam yoksa TRT’de çalışan ve seyyah-gezgin Adem Özköse de aynı şeyi deyince bunun bir darbe girişimi olduğu ortaya çıkmıştı. Hemen internetten bir televizyon kanalının canlı yayınını açtım ve hemen karşıma Sayın Başbakan Binali Yıldırım’ın o meşhur konuşması denk geldi. Ben bunu duyar duymaz bir şeyler yapmak gayesiyle hemen kız kardeşim Züleyha ile erkek kardeşim Metin’i uyandırdım ve çabuk çabuk hemen çıkıyoruz dedim. Onlar ne olduğunu bile sormadan evden çıktılar. Sokağa indiğimizde kardeşlerim bana sordu, Abi ne oldu, niye evden çıktık. Ben darbe oluyor dediğimde ikisi birden şaşırdı. Erkek kardeşim “Abi darbe ne” diye sordu. Ömürlerinde darbe nedir, darbe durumunda ne yapılması gerekir gibi bir bilgisi olmayan 3 kişi o an en yakın karakola gitmeye karar verdik.
Çamçeşme Polis karakoluna vardığımızda nöbette bir polis vardı ama beklediğimiz gibi karakolu sarmış askerler yoktu. Karakolun yanındaki bankamatikler tıklım tıklım dolmuş, insanlar telaşla paralarını çekmeye çalışıyordu. Karakolda yapacak bir şey olmayınca ilçe merkezine gidelim diye düşündük, lakin akşam geç saat olmuştu. E-5 karayolunun bir kısmı askerler tarafından kesildiği için ulaşım bir keşmekeş halindeydi ve bizim de yürüyeyerek gitmeye niyetimiz yoktu. Kaynarca’ya gelince bir dondurmacıya girdik ve dondurma aldık. O sırada ekranda alt yazı olarak ordu yönetime el koydu yazısı geçiyordu. Sokaklar tıklım tıklım doluydu ve kimisi darbeyi bile umursamadan karnını doyurma telaşındaydı. Kimi film sahneleri gibi unutulmaz bir sahneydi ve seyircisiz bu sahnede biz de dondurma yiyerek darbe haberi izliyorduk.
Kaynarcaya gelince kardeşlerimle fikir ayrılığına düştük. Ben onları bıraktım ve köprüye gideceğimi söyledim. Kendileri de o gece Pendik ilçe merkezine ve daha sonra Sabiha Gökçen havalimanına gitmişler, bunları daha sonra öğrendim. Bense Gebze-Harem minibüsüne bindim ve gittiği yere kadar gitmek niyetiyle oradan ayrıldım. Kartal köprüsüne geldiğimde minibüs durdu ve ben indim. Kartal o dönem metro istasyonunun ilk istasyonuydu ve askerler tarafından kuşatılmıştı. Ben minibüsten iner inmez “Benim olduğum bu ülkede darbe yapamazsın komutan” diye bağırmaya başladım. Askerlere, darbelere zemin hazırlayan Emasya Protokolünün iptal edildiğini, yaptıklarının hukuksuz bir darbe olduğunu anlatmaya çalıştım. Lakin askerler istifini bozmadılar. O sırada askerlerin komutanı yanıma geldi ve beni oradan uzaklaştırmaya çalıştı. “Biz darbe yapmıyoruz” falan dedi. Komutan çok yakınıma gelince kız kardeşimin bana verdiği biber gazını komutana karşı kullandım. O biber gazının etkisiyle yerde biraz canı yandı lakin askerlerde bir değişiklik olmadı. Ben biraz daha orada bağırdım çağırdım falan sonra komutan yeniden geldi ve ilk sahne tekrarlandı. Komutana ikinci defa biber gazı sıktım. Lakin orada yapılabilecek bir şey yoktu. Gelen giden bir kalabalık da yoktu. Tek başıma bunları yaptıktan sonra yola indim ve otostop çekmeye başladım. Yolda bir araç beni aldı ve Üsküdar’a gitmekte olduğunu söyledi. Ben de kendimin gazeteci olduğunu, bir haber sitesinde çalıştığımı (ki haber sitesinden 45 gün kadar önce ayrılmıştım) ve haber yapmaya gittiğimi söyledim. Araç sahibi ile bazen E-5 üstünden, bazen ara yollardan ilerlerken radyo açıktı ve radyodan sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın halkımızı sokaklara, meydanlara, havalimanlarına çağıran çağrısını duyduk. O çağrıdan sonra sokaklarda hareketlilik başladı. Sonunda Üsküdar’a varmayı başardık ve orada otostop çektiğim arac sahibine teşekkür edip ayrıldım.
Üsküdar Altunizade’de o dönem bir haber sitesine fiili olarak çalışmayı bırakmış yazılım desteği veriyorduk. Kendilerine uğradım ve son durumu sordum. Onlar da köprüde yaralıların olduğunu, sakın köprüye gitmemem gerektiğini tavsiye ettiler. Bense bu kadar yol gelmişim, gideceğim diyerek oradan ayrıldım. Haber sitesinin yeri Üsküdar Bağlarbaşı kültür merkezine çok yakındı ve oradan yukarı doğru, köprüye gitmek gayesiyle yürümeye başladım. Yolda giderken aklımda köprüde ne yapabilirim sorusu vardı ve elimde silah namına hiçbir şey yoktu. Biber gazım bitmişti ve o sırada yerde kaldırım taşları gördüm, iki üç tanesini elime alıp yürümeye devam ettim. Gece geç saat idi ama yine de insanlar ortalıktaydı. O sırada birilerinin “Ateş ediyorlar, yere yat” dediğini duydum. Etrafıma baktığımda ateş eden kimseyi görmedim ama karşıdan bir tankın geldiğini görür görmez elimdeki taşlarla tanka karşılık verip onu durdurmaya çalıştım. Elimdeki taşlar bettiğinde tank ile tam kafa kafaya gelmiştik ve kaçacak bir yerim yoktu. O an Allah’ın takdiri demek ki öyleymiş, tankın altına yatmak aklıma geldi. Tankın paletinden kaçınarak tankı ortaladım ve tam tankın ortasına yattım. Tank geldi ve üstümde durdu. Ben tankın altında kıpırdamazken yavaş yavaş hareket etti ve üzerimden geçti. Ayağa kalktım ve tankın yoluna devam ettiğini gördüm. Tanktan yara almamıştım ve hayretler içindeydim. Sonra arkamı döndüğümde ikinci bir tankın daha gelmekte olduğunu gördüm. Elimi kaldırarak ona dur işareti yaptım ama tankın içindeki kişi beni görmesine rağmen üzerime sürmeye devam etti. Kaçacak yerim kalmamıştı ve ben tekrar tankı ortalayarak tankın tam orta açıklığına yattım. Lakin videoda da görüldüğü gibi tank ben yattıktan sonra kendine göre kaçınma amacıyla manevra yapınca tankın paletlerini birbirine bağlayan pinleri dümdüz kolumun üzerinden geçti ve dirseğimi kırdı. Kolumu yaraladı.
Tank geçtikten hemen sonra etrafıma bir kalabalık toplandı ve beni gelen ilk araca atıp en yakın hastaneye ulaştırmaya çalıştılar. En yakın hastaneye gittiğimizde hastanede belki doktor yoktu, belki başka bir sebeple beni hastaneye almadılar. Sonra araçtakiler, Allah onlardan razı olsun, Haydarpaşa numune hastanesine attılar. Ameliyata girmem biraz sürdü. O sırada arayıp Anne Babama ve bir arkadaşıma hangi hastanede yatmakta olduğumu haber verdim.
Ben köprüye varamadan, Altunizade kavşağı yakınında, bankalar ve şirketlerin yoğun olduğu bir caddede yaralandığım için daha sonra olaya dair Güvenlik kamerası kayıtları da ortaya çıktı. Güvenlik kamerası kayıtları çıkana kadar anlattığım kimse benim nasıl yaralandığıma inanamadı ve beni deli gözüyle gördü. Allah’a şükür görüntüler çıktı.
* O gece sizi dışarı çıkaran ruh, duygu neydi?
Ben o akşam Allah rızası için yola çıktım. İçimde belki ben şehit olurum ama benden sonra bu ülke kurtulur gibi düşünceler vardı. Madem ölüm tek bir defa gelecekti, o da neden Allah için olmasın!
* O hain girişim gerçekleşmiş olsaydı size göre bugün nasıl bir durum olurdu?
Aslında bunun cevabını bundan önceki darbelerde görmüştük. Bir sağdan bir soldan astıkları, milleti hapishanelere tıktıkları günler geri gelmiş olurdu. Ülke ve huzur namına bildiğimiz herşey yok edilirdi.
* Her kesimden insanın sokaklarda olması size ne hissettirdi?
Benim malesef çok fazla insanlarla, sokaklarla ve kalabalıkla temasım olmadı.
* Yeni bir darbe olsa yeniden sokaklara çıkar mısınız?
Yeni bir darbe olma ihtimalini çok da uzak görmüyorum. Elbette gözümü kırpmadan tekrar sokaklara çıkarım. Türk milleti 15 Temmuz’da olağanüstü bir performans göstererek darbeyi 252 şehit ve 2800 gazi vererek savuşturmayı başarmıştır lakin henüz rahatlamak için çok erken. 15 temmuz’u ele alırken DÜN, BUGÜN ve YARIN diye 3 aşamada ele almalı ve özeleştiri yapmayı ihmal etmemeliyiz.
15 temmuz’un DÜN’ünde dindar görünen bir kesimin askeriyede yuvalanmasına göz yumulması yatıyor. Kendisini eğitim gibi herkesin eşit şekilde ulaşması gereken bir hakkın arkasına gizleyen ve kendilerine hizmet hareketi diyen bir oluşumun ülkemize neler kaybettirdiğini hep birden gördük.
15 temmuz’un BUGÜN’ünde darbeci zihniyetlerin hepsi yerine sadece FETÖ’ye odaklanmış bir mücadele görüyoruz. Yarım kalan bu mücadelede Fetömetre gibi bir analiz yönteminin bir türlü oturtulamadığını görüyoruz. İlaveten Fetö darbesinden ders alınmamış olmalı ki hala daha kimi dini yapıların, devlet içinde Fetö’den açılan boşluğu doldurmaya çalıştığını görüyoruz. Dini yapılar ve cemaatlerin sıkı bir özeleştiri yapıp ticaretten ve holdingleşmekten vazgeçip dini eğitim konularına yönelmelerinde fayda görüyorum. Bir özeleştiri olarak, darbenin üstünden 5 yıl geçmiş olmasına rağmen okullarda bir Türk Demokrasi Tarihi gibi bir dersin konulmamış olmasını MEB ve YÖK’ün ihmalkarlığı olarak görüyorum. Birinci meşrutiyetten başlayıp, tüm darbeleri ve darbecileri yeni nesillerimize öğretmeliyiz.
15 Temmuz’un YARIN’ında alınacak tedbirleri ele almak gerekiyor. Bir daha ASLA askeriye, jandarma, polis, bekçi gibi silahlı güvenlik güçlerinde sınıflaşmaya ve adam kayırmaya, cemaatleşmeye izin verilmemesi gerekiyor. Darbelerin yasal zeminini oluşturan her türlü kanunun anayasamızdan ve silahlı kuvvvetler ile ilgili yasalardan çıkartılması gerekiyor. Ağır silahlar kışlalarından bir daha dışarı çıkartılamamalı! Darbelerin askeriye içinden gelmesi sebebiyle polisin de bu silahlara karşı koyabilecek şekilde güçlendirilmesi gerekiyor. Nasıl ki deprem tatbikatları yapılıyorsa jandarma, polis, bekçi gibi darbeye karşı ilk karşı durması gereken güvenlik güçlerinin bir darbe nasıl durdurulur eylem planı olması ve bunun tatbikatlarının yapılması gerekiyor.
Kaynak: Henüz yayınlanmamış bir kitap için röportajımızın RAW/HAM hali. Kendileri ne kadar kırparlar bilmiyorum.